İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN YARATTIĞI RİSKLER: GÖÇ-1

Hüseyin Ali Yücel*

Dünyanın oluşumundan bugüne kadar doğal bir döngü halinde iklim değişikliğe uğradı. Ancak günümüzde bu değişimin insan eliyle hızlandırıldığını ve doğal deviniminin bozulduğunu görüyoruz. İklim değişikliği doğal deviniminde olduğunda doğanın birer parçası olan biz canlılar da bu süreç içerisinde değişime uyumlanabiliyor oluruz. Ancak günümüzde bu değişime uyumlanmak neredeyse mümkün değil. Aksine iklim değişikliği iklim krizine dönüştü ve mücadele etmemiz, uyumlanma süreci yine insan eliyle hızlandırmamız gereken bir konu haline geldi.

İklim krizi olarak adlandırılmasını doğru bulduğum bu hızlı iklim değişikliği süreci gıda ve su kıtlığı, sağlık sorunları, salgın hastalıklar, yangınlar, taşkınlar, savaş ve göç gibi birçok krizi de beraberinde getiriyor. Bu sorunların çoğu doğrudan küresel ölçekli sorunlar olmakla beraber oluşan yerel krizler de genele ciddi oranda etki ediyor.

İklim değişikliği nedeniyle topraklar verimsizleşiyor, su kaynakları kuruyor, hava ve nem dengesi değişiyor, yangın, sel ve deprem gibi afetler tetikleniyor. Bu sorunları yaşayan herhangi bir coğrafyanın insanları ise yaşam koşulları olduğundan kötüye gittiği için göç etme ihtiyacı hissediyor. Göç ise daha verimli olan ve henüz iklim değişikliğinin yıkıcı sonuçlarından ciddi düzeyde etkilenmemiş bölgelere doğru yapılıyor. Kalabalık nüfusların ülke hatta kıta değiştirmesi neticesinde zorunlu göç alan ülkeler ise güvenlik, sağlık hizmeti, eğitim, kültür ve kalkınma sorunları da yaşamaya başlıyor.

Günümüzde hali hazırda her sene ortalama 21,5 milyon insan iklim ile ilgili tehlikeler nedeniyle göç ediyor [1]. Asya’da 2009-2011 arasındaki 3 yılda kaydedilebilen toplam 55,7 milyon kişi iklim değişikliği sebebiyle göç etmiştir [2].

Bilimsel çalışmalarda dünyanın üçüncü kutbu olarak bilinen Hindi Kuş Himalaya bölgesindeki buzulların üçte ikisinin 2100 yılına kadar eriyeceği; yıllık ortalama ısınma 1,5 °C ile sınırlandırılsa dahi buzulların %36’sının eriyeceği ortaya konmuştur.  Bu buzullar toplamda 1 milyar 650  milyon insanın yaşadığı Hindistan, Pakistan, Çin ve diğer çevre ülkelerde en az 10 ana nehrin kaynağını oluşturmakta  ve özellikle 250 milyon insan için çok kritik bir su kaynağı durumundadır. Rapora göre bu buzulların erimesiyle önce sel baskınları ardından kuraklık görülecektir [3].

İklim değişimine bağlı olarak ani başlangıçlı felaketler 2017 yılında Doğu Asya ve Pasifik’te kaydedilen iç göçlerin çoğunu tetiklemiş, afetler yüzünden 8,6 milyon insan yerinden olmuştur ki bu aynı yılın küresel toplamının %46’sını oluşturmaktadır [4].

Afrika ve Ortadoğu’da iklim değişikliği etkileri arasında kuraklık açık ara önde olsa da artan sel vakaları da önemli ölçüde insan hareketliliğine neden olmaktadır. Önümüzdeki her yıl bu insan hareketliliğinin artacağı ve bu göçlerin ciddi sorunlu etkilerinin olacağı ön görülmektedir.

Peki iklim değişimi sebebiyle oluşan ve oluşmaya devam eden bu göç krizinin ülkemize etkisi nedir?

İklim Mültecileri ve Türkiye

İklim mültecileri kavramı, iklim değişikliği ve buna eşlik eden çevresel bozulma ile afetler neticesinde göç etmek zorunda kalan kişileri tanımlamak için kullanılmaktadır.

 

İklim mültecilerinin ülkemiz açısından ciddi bir sorun oluşturduğunu ve her geçen yıl etkisini artırarak devam edecek bir krize dönüşeceğini söylemek doğru olacaktır. Bu sorunun çözülmediği ve krizin önlenmediği senaryolarda ülkemizde büyük sorunlar yaşanacağı gibi, küresel ölçekte de ciddi değişimlere sebep olacağını düşünüyorum.

Türkiye göç yolları üzerinde bulunması sebebiyle, insan seliyle karşılaşma riski taşıyan ülkelerin başında geliyor. Dünyanın en prestijli tıp dergilerinden The Lancet’te yayımlanan bir araştırmada Kanada, Türkiye ve İsveç’in en fazla göç alan üç ülke olacağı, El Salvador, Samoa ve Jamaika’nın ise en çok göç veren ülkeler olacağı öne sürüldü. Araştırmada 2017 için 80,4 milyon olarak hesaplanan Türkiye nüfusu, 2068 yılında 112,5 milyon ile Türkiye’nin en kalabalık seviyeye ulaşacağı dönem olarak kabul edildi. Türkiye için doğurganlık oranını 1,79 olarak hesaplayan uzmanlar, bu sayının 80 yıl sonra 1,34’e gerileyeceğini tahmin ediyor.

Afet ve krizlere doğrudan maruz kalan insan topluluklarının doğurganlık oranının arttığını biliyoruz. İki dünya savaşında, büyük afetlerde ve küresel ölçekli ekonomik krizlerde nüfus artış hızı çok kısa sürede katlanarak artmıştır. Sebebi ise büyük ve toplumsal travmatik kriz dönemlerinin, canlılığın bir parçası olan insanın da neslini devam ettirme iç güdüsü ile insanların doğurganlık oranına pozitif etki etmesidir. Suriye iç savaşı nedeniyle Türkiye’ye son 13 yılda gelen sığınmacıların doğurganlık oranının 5,3 olması bunu kanıtlar niteliktedir. İklim mültecilerinin de göç ettikleri ülkelerde doğurganlık oranının yerel halka göre yüksek olacağını söylemek de doğru bir öngörü oluşturacaktır. İklim değişikliği sebebiyle Türkiye’nin alacağı göç nüfusunun gelecek 40 yıl içinde yaklaşık 30 milyon olacağını yapılan araştırmalar göstermiştir. Doğurganlık oranlarını da denkleme dahil ettiğimizde önümüzdeki 40 yıl içerisinde sonuçları yıkıcı olan ciddi sorunlar yaşayabiliriz. Bu sorunların başında gıda, su, sağlık ve eğitim hizmetlerinin kıtlığı ve kalitesinin düşmesi gelmektedir.

Anadolu toprakları, medeniyet tarihinin hemen her döneminin en verimli toprakları olarak anılsa da günümüzde iklim değişikliği sebebiyle kuraklık sorunu ile karşı karşıyadır. Ayrıca tarım arazilerinin imara açılması, tarımda vahşi ve yanlış sulamaların yapılması, tarım üretiminin çoğunlukla hâlâ geleneksel devam etmesi de üretilen gıda verimliliğini ciddi oranda düşürmektedir. Tatlı su kaynakları da benzer sebeplerle azalmış veya yok olmuştur. Her geçen yıl göç dalgası ile de artan nüfusun kıtlık riski ile karşılaşması kaçınılmazdır.

Dolayısıyla yaşamı devam ettirebilmenin en kolay yolu gıda ve su ithalatı olarak görülecektir. Ancak bu durumda da Türkiye’nin ürettiği katma değere ve finans gücüne bakmak gerekmektedir. Dolayısıyla ciddi bir göç ile artan nüfusun insanca beslenebilmesi ve yaşayabilmesi Anadolu toprakları üzerinde pek mümkün ve sağlıklı görülmemektedir.

Sağlık hizmetlerinde kıtlık yaşanması günümüzde yaşamaya başladığımız bir krizdir. Sağlık çalışanlarının, sağlık hizmeti veren kurumların, ilaç şirketlerinin ve hastanelerin sayısındaki artış nüfus artışı ile doğru orantılı değildir. Türkiye’de bin kişiye 2.2 doktor düşmektedir. OECD ortalaması ise 3.7’dir. [5]. Dolayısıyla her geçen yıl sağlık hizmetlerine ve ilaçlara erişim azalacaktır.

Barınma sorunu da nüfus artışı ile birlikte gelmektedir. Artan nüfusun insanca yaşaması için yeterli imkanları sunabilecek şehirleşme alt yapısı, konut sayısı, konutların fiziki yapısı nüfusun artış hızıyla doğru orantılı olarak karşılanamamaktadır. Ülkemizin son 13 yılda aldığı ve almaya devam ettiği göç dalgası sonucunda günümüzde bile birçok şehirde banliyöler oluşmaya başlamıştır.

Eğitim kalitesi de nüfus artışına bağlı olarak düşmektedir. Öğretmen ve eğitim kurumu sayısı da bu denli bir nüfus artış hızı ile doğru orantılı olarak artmamaktadır. İlköğretim seviyesinde sınıflardaki öğrenci sayısının kalabalıklaşması öğrenim kalitesinde düşüşe sebep olmaktadır.

 

Bu başlıca sorunların dışında sosyo-kültürel sorunlar baş göstermektedir ve göstermeye devam edeceği açıktır. Farklı dil, din ve kültüre sahip farklı toplumların çok kısa bir süre içinde birbirlerine entegre olması mümkün olmadığı gibi birçok çatışma ve kriz doğurmaktadır. Bu çatışma ve krizler de güvenlik ve adalet sorunları doğurmaktadır ve doğuracağına devam edeceği açıktır.

İnsanların insan onuruna yakışır şekilde yaşayabilmesi, tek yaşam evimiz olan dünyamıza uyumlu ve zarar vermeden yaşamını sürdürebilmesi beslenme, barınma, sağlık, eğitim, güvenlik ve adalet başlıklarında sorun olmamasına bağlıdır. Bu ise küresel olarak topyekun bir mücadeleyi oluşturacak ulusal çabalardaki başarıyı ön plana çıkarmaktadır. Bu başarı da her bir ülkenin kendi özelinde sorunlarını yerel düzeyde ele alıp yerel düzeyde çözmesi ile mümkündür.

İklim krizi ile mücadelenin başarılı olabilmesi için her ülkenin kendi toplumsal değerlerini ve kültürlerini, evrensel değerler ile harmanlayarak ülke sınırları içerisinde kendi nüfusları doğrultusunda üreteceği yeterli ve dengeli olan, gerçekçi çözümler sunan politikalar uygulaması ile mümkündür.

Göç alacak olan diğer ülkeler için de geçerli olduğu gibi, biz de Türkiye olarak iklim krizini ciddiye almaz, etkin ve kararlı bir mücadele politikası uygulamaz, doğa ile uyumlu yaşam formüllerini hayata geçirmezsek 40 yıl sonra Türkiye’den bahsedemeyebiliriz. Dünya için kritik eşiğe ulaşılmasına 5 yıl 84 gün kalmışken ve “Sıfır Karbon” hedefleri 2050 yılına tarihlendirilirken bizlerde kendi ülkemiz için bir an önce somut ve gerçekçi adımlar atmalıyız. Bu doğrultuda hedeflerimizi Anadolu’daki büyük zaferimizin 1000’inci yıldönümü olan 2071 yılına tarihlendirerek kültürel ve tarihi bağlarımızla da bu hedefi taçlandırabiliriz. Aksi takdirde 2071 yılında demografik yapımızın köklü şekilde değişmesi, Türk nüfusunun azınlık olması, dahası, binlerce yıllık Türk kültürü ve Anadolu medeniyetinin silinmesi riski ile karşı karşıya kalacağımız açıktır!

 

KAYNAKLAR:

[1] IDMC, (2016). Seizing the Momentum. Displacement on The Global Climate Change Agenda. Internal Displacement Monitoring Centre, Switzerland 2016; aktaran: Ilık Bilben, M. S. (2019), Dünyadan Örnekler Işığında İklim Değişikliği Kaynaklı Göçleri Anlamak, Mediterranean Journal of Humanities, IX/2, 335-355.

[2] ADB-Asian Development Bank. (2012). Addressing Climate Change and Migration in Asia and the Pacific-Final Report. Mandaluyong City, Philippines 2012; aktaran: Ilık Bilben, M. S. (2019), Dünyadan Örnekler Işığında İklim Değişikliği Kaynaklı Göçleri Anlamak, Mediterranean Journal of Humanities, IX/2, 335-355.

[3] Wester P., Mishra A., Mukherji A. & Shrestha A. B. (eds). (2019). “The Hindu Kush Himalaya Assessment-Mountains, Climate Change, Sustainability and People”. Springer Nature (2019); aktaran: Ilık Bilben, M. S. (2019), Dünyadan Örnekler Işığında İklim Değişikliği Kaynaklı Göçleri Anlamak, Mediterranean Journal of Humanities, IX/2, 335-355.

[4] IDMC. (2018a). Global Report on Internal Displacement. Internal Displacement Monitoring Centre, Switzerland 2018; aktaran: Ilık Bilben, M. S. (2019), Dünyadan Örnekler Işığında İklim Değişikliği Kaynaklı Göçleri Anlamak, Mediterranean Journal of Humanities, IX/2, 335-355.

[5] OECD (2021). OECD Health Statistics